“NORMAL HAYATTA ÖYLE BİR İŞ YAPTIĞINI BİLMİYORDUM!”

IMG_0284

Yoga aracılığıyla tanıştığım insanlar bazen “normal hayatta” “normal” bir işim olduğunu duyunca şaşkınlıkla bakıyorlar yüzüme: “Aaa ben senin böyle bir işin olduğunu bilmiyordum!” Böyle bir iş dedikleri, sistemin önemli bir parçası olan ve toplumda saygı duyulan üniversitede ders verme işi. Saygı duyulası da bir adı var: “öğretim görevlisi” ya da, olumlu olumsuz tüm anlamlarıyla, “hoca”. Bazılarına göre yoga “hocalığı” daha “marjinal” (sistemin sınırlarına yakın?) bir iş gibi ve benimle ilişki/bağ kurmalarına bir nevi engel oluyor, bunun karşısında üniversite “hocalığı” sistemin o çok iyi tanıdıkları ta göbeğinden, üstelik de saygı uyandıran bir yerden sesleniyor onlara. Bazıları bu iki “iş”in birbirine zıt düştüğüne son derece kani, bazılarına göre ikisi de “öğretmen olmak” üzerinden benzer. Sanki ben Jekyll ve Hyde misali iki ayrı hayat yaşıyormuşum da, biri diğerini telafi ediyormuş gibi düşünenler de oluyor. “Para oradan geliyor ki yoga yapıyor”, “Yoga yaptığı için sınıfta bu kadar sakin” gibi önermeler sözcüklere tam da böyle dökülmese de benim hassas antenlerim onları yakalayıveriyor.
Üniversitede güzel sanatlar fakültesinde çalışıyorum ve liseden yeni mezun olmuş öğrencilerin “güzel sanatlar” ile ilk kez karşılaştığı, elleriyle çalışarak öğrenmesi beklenen büyük bir stüdyo dersine giriyorum. Bundan 12-13 sene önce, elleriyle çalışmayı neredeyse hiç bilmeyen, soyut bir hayali somut hale çevirmesi hiç gerekmemiş bir genç olarak şimdiki öğrencilerimin geçtiği yoldan geçmekteydim. Zihin ve beden işbirliğiyle yapılan bir işin adım adım planlanması gerektiğini bilmediğim için asla kafamdaki hayale uygun ve temiz bir iş çıkaramadığım anladığımda üniversiteye başlamamın üstünden tam 3 yıl geçmişti. Konu fiziksel çalışmaya geldiğinde aczim o kadar büyükmüş ki neden beceremediğimi anlamam bile yıllar almış! Şimdi uğraşan, uğraşan, uğraşan ve bir takım standartları karşılayan bir iş çıkaramayan öğrencilerimin yüzünde gördüğüm çaresizlik ve hayal kırıklığını çok derinden biliyorum. Üzerinde hiç düşünmedikleri kavramları ve hiç deneyimlemedikleri eylemleri birdenbire hayatlarına sokmalarını talep eden eğitim planının yarattığı bezginliği ve yorgunluğu biliyorum. Aptallaştırmak ve köleleştirmek üzerine kurulmuş bir sistemde güzel sanatlar fakültesinin yeri nedir, ve ne beklenebilir, düşünüyorum. İnsanların ancak ve ancak yalnız başlarına kalarak ve yaparak öğrenebilecekleri – yani içsel bir bilgiyle kendi kendilerine öğrenebilecekleri şeyleri sözcüklere dökerek anlatmanın imkansızlığını hemen hemen her ders yaşıyorum. Yoga asananın bedende ve zihinde aldığı şeklin çeşitliliğiyle üniversitede yapılan bir sunumda sisteme uygun kalıp örneklerin öğreticiliğini ister istemez karşılaştırıyorum. Pasif bir izleyici olmayı ödüllendiren bir kültürde yetişmiş insanların aktif katılımcı, dahası “yaratıcı” olmasını beklemek ne kadar gerçekçi? “Instant gratification” yani anında tatmin çağında yaşayan gençlerden 4 saat boyunca aynı el ve zihin işi gerektiren göreve odaklanabilmelerini beklemek – ben olsam yapabilir miydim diye sormak kendine? Kendini, kendiliğini tam olarak algılayamayan bir insanın, bunu farketmesine, bunun nasıl da bir engel teşkil ettiğini anlamasına şahit olmak büyülü bir deneyim. Yoga matında konuşurken birinin yüzünde o şafağın attığı anı, aydınlanmasını, anlayışın rahatsızlığını ya da rahatlamanın eve dönmüşçesine huzurunu gördükten sonra “sınıfta öğretmen” olmak tanıdık ve zorlu bir deneyim. Yaşadığım ikili bir hayat değil, aynı tutkunun, aynı keşif ve keyif arzusunun başka başka ortamlardaki yansıması. Durumun aslı şu ki insanla çalışmak, içtenlikle ve samimiyetle insanla çalışmak kendime dair çok şey öğrenmemi sağlıyor. “Kendime dair” olan her şey de aslında yaşama, dünyaya ve bu yazıyı okumakta olan sana dair. Öğretmenlik yalnızca ve yalnızca daimi bir öğrencilikle olabiliyor. Samimiyetle ve kendini vererek yaptığın sürece, neyi öğrendiğin ve öğrettiğin de çok önemli değil, çünkü asıl mesela aktarım sürecinde oluşan dinamikten beslenmek, iç görünün ve yaşamının genişlemesi. Yine de, içinde büyük çelişki barındıran bir durumdayım. Bu çelişki zaman zaman beni sıksa ve isyan etmeme neden olsa da, biliyorum ki yeni yollar genellikle yeterince uzun süre içinde bulunulan çelişkilerden doğar. Yolumu arıyorum. Yolumu hepimiz için arıyorum.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir