YA ZEYNEPÇİM, SEN KİİİİİM BÜTÜN BUNLARI YAPMAK KİM?

IMG_6937 (1)

Öyle sık geçiyor ki bu soru içimden! Bazen, “bak, nereden nereye!” tadında, bazen “nelere kalkıştın acaba sen?!” şeklinde. Şaşmaz bir şekilde kendimi geçmişte öğrenemediğim şeyleri öğrenirken, görmek istemediklerimi gözüme sokulurken buluyorum. Ben kiiiim, DD ile güç bela geçtiğim dersler hakkında bu gerçekten hiiiiç haberi olmayan bi takım masum insanlara öğretmenlik taslamak kim? Ben kim, padmasana kim? Neymiş efendim, kalçasını esnetecekmiş. Ya sen bi 20 sene omurgan C şeklinde bacak bacak üstüne atarak otur, saatlerce günlerce bilgisayara bak, hiç kalkmadan şehirlerarası belki de yüzlerce otobüs yolculuğu yap, sonra gel, neymiş ben kalçamı esneticem. Yok ya! Kolay mı kalça esnetmek??? “Kalbini aç, kalbini aç, derin bi nefes, şöyle bi omurgayı toparla” diyosun ya derslerde, yav sen kiiiim kalbi açmak kim? O kalp ki açık olmanın cefasını da cezasını da ağır çekmiş, manyak mısın ne açıcan otur oturduğun yerde (omurga C şeklinde). Bir eğitimde ara verdiğimizde hocamız gelip omuzlarıma dokunarak, postürünü düzeltmek istiyorsan dik durmaya başlamalısın, demişti. Diyemedim ki ben kim omuzları yerine takmak kim? Omuzları öyle bi çıkarmışım ki yerinden meğersem omurlarımdan biri donmuş, hareketsizmiş. Ya Zeynep sen yargılaya yargılaya, kıra döke, sonunu düşünmeden yaşamışsın, sen kim omurgayı toparlamak kim? Bırak allasen. Çocuk pozuymuş. Alnın secdeye en son ilkokulda din dersinde namaz öğretilirken değmiş. Millet günde beş vakit iniyor çocuk pozuna. Sen kim, bu saatten sonra çocuk pozuna varıp yaradana secde etmek kim? Neymiş 2. Savaşçı’da diz ayak bileğinin üstünde olacakmış. Bi kere allah vermemiş ki canikom, diz anyada ayak bileği konyada. Bir arkadaşımın yoga yapan ortopedi cerrahı babası, diz ve kalça yapımla karşılaştığında, yani biliyosun yoga yapmak zorunda diilsin, demişti. Teknik söyleyecek olursak hem Tibiada hem de Femurda alışılmadık torklar mevcut, açılı geliyor canım, öyle çoğu insan gibi ayak bileği-diz-kalça üstüste olup öne bakmıyor bende. Ulan allah vermemiş işte, pes et di mi?
Çocukluğumdan beri sakar diye adım çıkmıştır. Çaya şeker attığım zamanlarda, o kaşıktaki şekerle çayı ilk denememde buluşturduğum nadirdi (bu yüzden şekeri bıraktım^__^). Heyecanlanınca elime koluma hakim olamazdım, bedenle çalışmaya başlayınca biraz sakinledim çok şükür. Haftada bir bardak filan kırmazsam rahat edemem. Götümle dağları deviririm (küçükken bu lafı benim için icat ettiler sanmıştım). Beden dersi oldum olası büyük bir kabustu, çünkü o topları ya ben ıskalardım (boşa vurmak iğrenç bir histir) ya da ne tarafa kaçacağımı bir türlü hesaplayamadığımdan gelip gelip kafama çarparlardı. Beden öğretmeni de suratını buruştururdu devamlı, herhalde kasıtlı yaptığımı veya canım istemediğinden öyle olduğunu sanıyordu. Yahu kim 15 yaşında ergenliğin doruklarındayken kafasına top çarpsın ister? Bir değil iki değil? Neyse, toplu sporlardan itinayla kaçarak büyüdüm. Şimdi de arabam sağlı sollu komple çizik. Algılayamıyorum arkadaş! Ben senin kalbinden geçene anında vakıf olurum ama şu mesafe ve koordinasyon olayını bi türlü çözememişim! Senkronize danslı etkinliklere katılma girişimlerimin hepsi kendimi salonun alakasız bir ucunda kendi etrafımda ters tarafa dönerken bulmamla bitmiş! En sonunda bir gün olaya aydım ve göz doktoruma gittim. Benim gözler kafama top geliyor diye küsüp kitaplara düştüğüm için 6 numara miyop (bence bana devlet bakmalı). Göz doktoruma, ya ben niye bu kadar sakarım, gözlerim mi bozuk yoksa beyinsiz miyim, dedim. E gözün bozuk zaten, dedi, artı bi de beyinsizmişim. Evet, doğru okudunuz. Benim ve herkesin sakarlık, efendime söyliyim yerine göre salaklık, en ılıman haliyle koordinasyonu yok olarak nitelendirdiği şey, beyinde bir tür “bozukluk”, bir farklı yapılanma hali, bugün çocuk olsam teşhis edilebilecek isimli misimli bir durummuş. Ben de diyorum, görüyorum ama niye bu şekeri çaya diil masaya döküyorum? Herkes güzel güzel parkediyor ben niye sürtüyorum? Teşhisi aldım, rahatladım, çünkü tedavi olmadığı gibi, aslında tedavilik bi durum da yok. Kalbinin açık olması gibi, birlikte yaşadığın, kişiliğini şekillendiren bi durum bu.

Şimdi sorarım size, ben kim, bir oda dolusu insana bedenden, bedenin mekanda kapladığı yerden, hareketten, hatta koordinasyondan bahsetmek, üstelik tüm bunları göstermek, ve dahi başaşağı dururken car car konuşmak kim?

Belki duymuşsunuzdur bunu söylediğimi:
Ben yapabiliyorsam herkes yapar.

Yazının başında bahsettiğim dersler var ya. Onları da algılayamamışım ben. O zaman çözemediğimi şimdi çözeyim diye, bazen de (geçen hafta sınıfta olduğu gibi) çözemeyip kızarıp bozarayım, sonra buna da gülebileyim diye karşıma çıkaran hayat – ya sen nelere kadirsin!

Fotoğraf: Necati Türker

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir