BENİ ÇOK FENA KANDIRMIŞLAR! temizlik üzerine

DSC03587

Doğum günümün yaklaştığı, otuzumu geçeli yıl olduğunu kabullenmeye başladığım bu günlerdeki ruh halime uygun, klişe bir giriş cümlesiyle başlamak istiyorum:

Sene 2009. Üniversitenin gerçek anlamda son günü – (benim için yalnızca ilk üniversitemin son günüymüş, o zaman bundan haberim yoktu). Bitirme projesinin jürisinden çıkıp, Hacettepe’nin şenliğine gitmiştik. Lisede bir takım şeylere tepki olarak hep erkek model kısacık kestirdiğim saçlarımı, üniversite boyunca yine başka bir takım şeylere tepki olarak hiç kestirmedim (Uçlara savrulanlar birleşin! :)) Kuaförden, para harcamaktan, tüketimden, “yüzeysel” bulduğum her şeyden neredeyse tiksinerek tamamen uzaklaşmıştım. Ama, o kadar kendine bakmayan, kendiyle barışamayan, bir bedeni olduğunu farketmeyen bana inat, saçlarım uzadıkça uzuyor, güzelleşiyordu.

O yıllarda, savurganlığın, şımarıklığın bolca gözlemlenebildiği bir (özel) üniversite hayatının içindeydim. Kozmetiğe, plastiğe, yapaya, yalana mahkum olmadan kendime, bedenime bakabileceğimi, kaygılandığım için değil neşe duyduğum için süslenebileceğimi henüz bilmiyordum. Bakım, makyaj, giyim denilen şeylerin, canlılara nasıl bedeller ödetilerek ayağımıza geldiğini, parlak plastik paketlerin asıl meselesini yeni yeni öğreniyordum. Öğrendikçe de onlardan uzaklaşmaya çalışıyordum ama elimde bir kılavuz, önümde bir rehber yoktu – yine plastik paketten hazır tavuk yiyordum, yine marketten alışveriş yapıyordum. Bir şeylerin çok yanlış olduğu hissi hep vardı.

Aslında doğru yanıt bendeymiş, herkesin gözünün kaldığı parıldayan uzun saçlarımdaymış. Kuaför yüzü görmemiş, kimyasallara bulanmamış, bebek şampuanıyla yıkadığım, arada bir kına yaptığım saçlarım. Doğru yolu o yıllarda bulur gibi olmuşum ama bir daha bulana kadar aradan neredeyse 10 yıl geçti 😀

Bizler büyük yalanların içinde yaşıyoruz. Bize “iyi, güzel, doğru” denilen birçok şey düpedüz zararlı. Bunu ne kadar vurgulasam azdır. Bir daha yazayım: Kim olduğu belli olmayan bir dış kaynak size reklamlarla gelip, “bu çok iyi, her şeyi halleder” diyorsa bilin ki büyük olasılıkla ZARARLI. Doğrudan sizin için zararlı olmasa bile başka canlılara zararlı.

Nasıl bir yalan sisteminin içinde bulunduğumuz hakkında yazmak isterdim, ama buraya sığmaz. O yüzden bugünlük temizlik ve kozmetik üzerinde duracağım.

Evlerde rutin olarak kullanılan, çok doğal karşılanan bir takım ağır kimyasalların nelere yol açtığını basit bir aramayla öğrenebilirsiniz. Kullandığınız deodoranların, makyaj malzemelerinin bedende ve gezegende ne gibi izler bıraktığını da. Ben size bir özet geçmek istiyorum:

  • Kullanılması kesinlikle gerekli görülen, uğruna yer gök yıkılan, reklamları çekilen o DEODORAN denen nane var ya? Onun uzun süre etkili, içinde kanser yapan kimyasallar bulunmayan, maliyeti çok düşük, harika kokan bir halini EVDE YAPABİLİRSİNİZ (çok terliyorum, bana güvenin). Canınız uğraşmak istemezse hazır almak da mümkün, ama marketten değil, kim olduğu, ne yaptığı belli, televizyona reklam veremeyecek güzel insanlardan. Ben hala ismi lazım değil bir takım markalara paralar yedirip zehir almak istiyorum diyorsanız, karar sizin.
  • Saçlar, saçlarımız. Onlar bizden yalnızca dengeli temizlik istediler. Gerisini kendileri hallediyorlar zaten. Kafa derinizin dengesi fena halde bozulduysa, kaşınıyor, yanıyor, pul pul dökülüyorsa ihtiyacınız KEPEK ŞAMPUANI DEĞİL. Saç yıkamak için üretilen, içinde çok güzel yağlar filan olan, harika doğal sabunlar var. Kurutmuyorlar, besliyorlar, güzelleştiriyorlar. İsmi lazım değil marketlere, güya “özel ürün” satan eczanelere para dökmekten bıkanlara ŞİDDETLE TAVSİYE.
  • Sirke diyorum, karbonat diyorum. İnternet sirke ve karbonata güzellemelerle dolup taşıyor. Biz elimizin altındaki yararlı ve ucuz temizlik malzemelerini görmeyip marketten en kalın plastikten bi klorak şişesi alıyoruz, temizlik diye onu soluya soluya temizliğin kokusunu amonyak sanıyoruz. Niye yalan çok büyük anlıyor musunuz?
  • Piyasadaki cafcaflı bulaşık deterjanıyla yıkanan bulaşıklarınız var ya? Onlar ANCAK 2 TON SUYLA filan arınabilirmiş, biliyor muydunuz? (Rakamı attım ama gerçekten bu kadar abartılı). Ya arkadaş ben doğayı korumayı geçtim kendimi korumaya çalışıyorum, ellerimi çatır çatır amansızca çatlatan o deterjan içeride neler yapıyor sizce? Bir araştırmaya göre boğaz enfeksiyonlarına bulaşıklardan kalan deterjan neden olabilirmiş. Ağır tahriş ediyor çünkü (elleri düşünün, boğaz iç doku, çok daha hassas). Deterjanı bıraktığımdan beri bir kere bile boğaz ağrımalı hasta olmadım – ki her kış iki kere olurdum önceden. Bazı şeyler çok açık bence.
  • Çamaşırlar da aynen yukarıda yazdığım gibi. Yumuşatıcı denen kimyasal kokteylinin kokusu sanırım bağımlılığa benzer bir şey yapıyor, bırakıp da burnunuz normale döndükten sonra o yumuşatıcı parfümünün ne kadar ağır ve yapay olduğunu farkediyorsunuz çünkü. Reklamlara inanırsak, yüzyıllardır kül suyu gibi bugün akıldışı görünen malzemelerle yıkanmış çamaşırlar aslında pismiş, deterjanın icadından beri tertemizler 🙂 Yemiyoruz bunları.
  • Krem seven herkesi aktardan aldıklarıyla evde güzelce yapabilecekleri, içine sevdikleri mis kokulu yağları koyabilecekleri kremler yapmaya, bu zevki yaşamaya davet ediyorum. Ay ben anlamam diyenler, küçük ve samimi üreticiden şaşmayın, büyük markalar yine = zehir.

 

Bu listeyi çok uzatabilirim ama aklımdan bu acayip geniş konuyu birkaç kerede yazmak var. Zehirden girip kapitalizmden çıkabileceğimiz, güzellikten girip kadınlıktan, şehirden, gıdadan bahsedebileceğimiz bir konu çünkü bu.

Uyanık olun. Yapabileceğiniz en iyi şey bu. Uyanık olun. Size sunulanları alışkanlıkla kabul etmeden önce düşünün. İçinizi bi yoklayın, rahat mı? Başka bir yolunu bulabilir misiniz? Kendinize ve tüm canlılara karşı daha saygılı, daha sevgili, daha şefkatli olabilir misiniz? Gücünüzü, paranızı, enerjinizi yararlı yerlere akıtabilir misiniz?

Konu bu kadar basit aslında.

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir