SIRADAN MUCİZELER


Hamileyken hep aklıma takılan bir şey vardı.

Büyülü hissediyordum, yani şişmiş, sıkılmış, kısıtlanmış ve sürekli uykulu hissetmenin yanında, büyülü hissediyordum. İçimde hareket eden bebeği hissettikçe, onun uyuyup uyandığını, hatta sonraları acıktığını bile hissettikçe – m u c i z e diyordum, gerçekten /mucize/. 
Ve sonra zihnim soruyordu: 
“Mucize mi? 
Emin misin? 
Kediler de hamile kalıyor, doğuruyor. Beşer beşer. Her bahar. Hamam böcekleri de ürüyor, hem de çok başarılı bir şekilde. Dişinin tanımı doğurma potansiyelini içeriyor zaten. Hangi mucize? Mucize böyle kırk yılda bir olan beklenmedik şeylere falan denmiyor muydu? Üremek, doğurmak kadar sıradan bir şey nasıl mucize olabilir ki?”

Sonra, bebeğim bir yaşına yaklaşmaya başladığında, ayıldım. 

Çocuklarını bir ilkokul müsameresinde ezberden şiir okurken izleyen ebeveynlerin neden ağladıklarını anladım. O çocuk ellerine çaresiz bir bebek olarak doğmuştu, belki de biraz solucanı andırarak. O küçük solucanın adım adım insanlaşmasını izlemek, evrime – küçücük bir ölçekte de olsa – an be an şahit olmak çok acayip, çok /mucizevi/ bir deneyim. 
Ve bir o kadar da sıradan aslında. Her çocuk büyüyor. Hepsi aşağı yukarı aynı şeyleri öğrenip yapabilmeye başlıyor. Öyleyse nedir bu heyecan, bu gözyaşları?

Anladım ki, her “sıradan”ın içinde var bir “mucize”. 

Mucizeler nadiren görülen doğaüstü olaylar değil, gündelik yaşamımızın içine örülmüş ışıl ışıl parlayan iplikler aslında. Milyonlarca “olasılık” içinden “olan” a dönüşürken detay gibi gözüken ama bir araya gelince tüm yaşamımızı kapsayan altından iplikler. 

Anonim bir söz şöyle der: 
“Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Ya hiçbir şey mucize değilmiş gibi, ya da her şey mucizeymiş gibi.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir