İÇEDÖNÜĞÜN GÜNLÜĞÜ: BİR BAŞLANGIÇ #icedonugungunlugu

72483571_697629914067892_8933908030131535872_n

Sosyal medyada kendimle ilgili pek bir şey paylaşmadığımı belki farketmişsinizdir. Özellikle son bir yılda hayatımda kopan fırtınaların hiçbiri buraya yansımadı (veya uzun aralar şeklinde yansıdı). Genel olarak da kendimde olan biteni paylaşmaya yatkın bir insan değilim, eğer uzun bir gecede güzel bir hikayeyle anlatmayacaksam, “Neler oldu?” sorusuna dişe dokunur bir cevap veremem. (İç sesim: “Neler olmadı ki? Dünden beri içimde bir sürü şey oldu! Sana hangi birini anlatayım?”) Anlattığım zaman da uzun uzun anlatırım, bağlantıların altını çizerek. Bana göre her şey bağlıdır, nüanslar ve tesadüfler yaşamın dokusunu oluşturur. Anlatacaksam hakkını vermek isterim.

Bu sene bir kitap okudum. Epeyce de geç kalarak okuduğumu hissettim: “Sakinler de Kazanır: Konuşmadan duramayan bir dünyada içedönüklerin gücü” diye çevirmişler dilimize. Susan Cain isimli, kendisi de içedönük bir yazarın okuması çok eğlenceli ve aydınlatıcı kitabı, bana yalnız olmadığımı, tuhaf olmadığımı, sadece gücümü içeriden aldığımı hatırlattı. Ve sunduğu kanıtlar benim analitik aklıma pek bir yattı! Sadece konuya meraklı olanlara değil, herkese öneriyorum: İçedönük / dışadönük yelpazesi insanları (ve kendimizi) anlamak için çok iyi bir ölçüt.

Üzerine, geçenlerde guardian.co.uk‘da bir yazıya denk geldim: “What does living fully mean? Welcome to the age of pseudo-profound nonsense”
Temel olarak sosyal medyada pazarlanan “yaşıyoruz bu hayatı beeee” kavramını eleştiren, bağlamından çıkarılıp bir manzara fotoğrafı üzerine yazılan alıntıların anlamsızlığını sorgulayan yazıda, bir paragraf dikkatimi çekti. Yıkıcı bir ilişkiden çıkan ve hayata yeniden başlama ihtiyacı hissettiği için şehir değiştiren bir kadına verilen “Yürü beee!!! Bi kere geliyoruz dünyaya!!!” tepkilerinden, kadının kendini sağaltma ihtiyacını “hayatını yaşamak!” goygoyuna indirgeyen yaklaşımı eleştiren bir paragraf. Şöyle devam etmiş (çeviriyorum):

“Aradaki nüans – hayatın sakince dolu dolu yaşanabileceği, büyük bir maceraya benzeyen kararın aslında karmaşık bir yeniden başlangıç olabileceği, en ilham verici seçimlerimizin bile endişeyle dolu olabileceği – yalnızca görseller kullandığımızda kayboluyor.”

32 yaşımdayım ve atıldığım maceralardan, gezdiğim yerlerden, tanıştığım insanlarla fotoğraflarım sosyal medyada yok. Eğer o fotoğrafları koyarsam layklarınıza oynamış olurum, hikayemi, hikayeleri yok saymış, kendimi ve o muazzam duygusal skalamı bir yolculuğun fotojenik bir saniyesine indirgemiş olurum. Yalan söylemiş olurum. Evet, ben uçsuz bucaksız kumsallarda davullar eşliğinde saatlerce dans ettim. Gece bülbüllerinin tüm senfonileri solda sıfır bırakan konserlerini dinledim sabahlara kadar. Alplerin muhteşem havasını soludum dört mevsim. Dünyanın bir ucunda ruhumun ikizine rastladım, yüzünde kendi gözlerimi gördüm, dünyanın başka yerlerinde yine buluştuk. Bir cadıya evine dönmesini öğütledim. Bir adamın ismini geri almasına vesile oldum. Dağın başında, ormanın içinde bir peri düğününe kulak misafiri oldum, sabaha karşıydı. Bana avuç avuç minik çilek toplayan bir adama aşık oldum, çilekle sarhoş oldum. Arkamda ateş, önümde kar fırtınası vardı ve sabahlar olmasındı. Başım fena halde belaya girecekti ki imdadıma İzmir isimli dünya güzeli bir bebek yetişti… Ve daha neler neler.

Bunları macera olsun diye yaşamadım. Hayatı yaşamak!!! gibi bir amacım bile yoktu. Bazen arıyordum, soruları, yanıtları, kendimi arıyordum. Bazen yaşamın tadı öyle güzeldi ki kana kana içiyordum. Bazen kalbim buz gibiydi, zihnim şüpheyle doluydu, yargılarım kirliydi. Bazen kalbim apaçık bir çiçekti, ışıklar içindeydim. Yaptıklarım belki dışarıdan “yaşıyosun bu hayatı!!!” gibi görünmüştür ama içeriden zaman zaman çok çaresizdi, zaman zaman delice bir neşeydi. Şimdi ben bütün bunları bir sosyal medya postunun altında üç beş satırla nasıl anlatırım???

Eh, anlatamayacağıma göre: Yeni bir şey denemeye karar verdim. Adını “İçedönüğün Günlüğü” koyuyorum. Ve bundan sonra sizinle #icedonugungunlugu nde, dışarıdan hiçbir şey olmamış gibi görünen sakin, olaysız günlerimin farkındalıklarını paylaşmaya niyet ediyorum. Olan her şey asıl o günlerde oluyor çünkü. Başımdan geçen tüm fantastik şeyleri evde sakince otururken sindiriyorum, anlam da orada, gelişim de, büyüme de. Dağın tepesinde herkes adrenalinle, yaşamla doluyor. Asıl mesele koltukta yatarken neler olduğu.

Bir zamanlar güzel bir yüz olmaktan bıktığım gibi, sosyal medyada gülen suratıma layk yağmasından bıktım. O güzel fotoğraflar, (pek de layk yağmayan) ders duyuruları vb yine olacak – ama arada anlamsız, çekici olmayan bir fotoğraf görürseniz işte o #icedonugungunlugu dür, pişmiş kelleyi beğenen başka, altını okuyup ben ne demişim merak eden başka sonuçta… Öyle mi gerçekten? Emin değilim. Yakında hep beraber öğrenebiliriz.

Son olarak bir uyarım var: Çok sıkıcı olabilir.

Sevgilerimle.

sosyal medya ama nasıl?

IMG_1238

Sosyal medya güzel de, dolu dolu yaşamakla meşgulken fotoğraf çekmeyi / çektirmeyi hiç canım istemiyor. Aslında benim sosyal medya hesabı açacağım da yoktu, 30 yaşımdan sonra Facebook, Instagram hesapları açtım. Açtıktan sonra da içine düştüğüm açmazı, ve bu açmazın çözülüşünü anlatayım size.

İzmir’de kıştı, biz Tayland’daydık, sosyal medya hesaplarını açmıştım ama samimiyet ve doğallık kaygıları içindeydim ve kullanmaya bir türlü elim gitmiyordu. İçe dönük, münzevi tarafım – üstelik de tanımadığım – bir sürü insana görünür olmaya şiddetle isyan ediyordu. Hesapları yoga derslerimi duyurmak için açmıştım ama, ben işimi kalpten yapıyorum, bulan bulur bir şekilde, diyordum. Sonra, Tayland’da mucizevi tesadüfler sonucunda Orçun’un eski bir arkadaşıyla karşılaştık. Kendime yakın hissedip kaygılarımı anlattığım sevgili arkadaşımız bana, kısaca şunu söyledi:

“Bildiklerini, sevgini ve yoganı paylaşman herkesin yararına olur. Yaptıklarını olabilecek en renkli, en çekici şekilde duyur, hiç tereddüt etme, kendini geri çekme, çünkü verdiğin hediye çok büyük.”

Üstüme alınsaydım altında ezileceğim bu güzel sözleri, kendisi de yoga ve meditasyon yollarında yürüyen arkadaşımdan duyunca, yogayı ve bilgeliği paylaşmanın benim kaygılarımdan çok daha önemli olduğunu anladım. Duymaya ihtiyacım olan şey buymuş, ondan sonra hesapları aktif kullanmaya başladım. Güzel insanlarla karşılaştıkça kaygılarım azaldı, kabuğuna çekilmeye meyilli kalbim açıldıkça açıldı.

E bu arada fotoğraflar tükeniyor tabi. Arkadaşımın öğüdü kulaklarımda, yoga arkadaşım ve fotoğraf eğitmeni TC Melis Aşkın‘a gittim. Melis çok uzaktan, bana hiç hissettirmeden, müdahale etmeden fotoğraflarımı çekti, doğanın içinde güzel bir gün geçirdik veee ortaya çok güzel fotoğraflar çıktı! Yakında paylaşırım 🙂