PARFÜMÜN DANSI’NDA BANDHALARIN NE İŞİ VAR?

IMG_3494 kopyası

16 yaşımda Parfümün Dansı’nı okurken büyülenmiştim: Yaşadığım rekabete dayalı eril dünyada çok taze bir soluktu, yaşamı hafife almayı öğütleyen, tanrısı Pan’a en düşkün halinde bile tapan şaşırtıcı ve biraz da korkutucu bir hikayeydi. O zamanların sosyal medyasız hatta internetsiz dünyasında, radikal duruşlardan haberdar olabildiğim tek yer kütüphanelerdi. Beni Ay’ın bilgeliğiyle, insanlığın dişil haliyle, Pan’la ve koku duyusunun önemiyle tanıştıran hikayeyi okurken “dünya çok büyük, doğanın bilgeliği çok derin, insanlık tarihi çok karmaşık” diye düşünmüş, ürkmüştüm.

Beat kuşağından haberim yoktu. Hayatımda değil beatnik, bir hippi dahi görmemiştim. Özgür, serbest, kendinden sorumlu, özünü dinleyen insanlar dünyamda hiç olmamıştı. Onlarla bir kitapta karşılaşmak çok sersemleticiydi. Bana öğretildiği şekilde yaşamak zorunda olmadığımı keşfetmek muhteşemdi.

Tom Robbins kült romanı Parfümün Dansı’nda tarih öncesi bir kadın ve bir erkek, Kudra ile Alobar, mağaralarda yaşayan ölümsüz Bandaloop doktorlarından ölümsüzlüğün sırrını öğrenirler. Bu sır dört elementi (ve beş öğeyi) içerir: Nefesle hava, yıkanarak su, ateş için seks, toprak için yemek/oruç veeee “zevkle doygun bir organizmanın devam ettirme eğiliminde olduğu” pozitif düşünce.

Pozitif düşüncenin önemini uçuk karakteri Dannyboy’un ağzından şöyle özetler yazar: “Hayata karşı merak beslemeyen, var olmaktan çok az sevinç duyan kimseler, bilinçaltlarında hastalıkla, kazayla ve şiddetle işbirliği yapar, onları kendi üstlerine çekerler”.

Şimdilerde bazılarımıza oldukça sıradan gelebilecek bu önerme, düşüncenin gücünden habersiz, kader ve şans ile örülmüş bir dünyada yaşadığını varsayan biri için çok yeni olabilir.

Hikaye, ölümsüzlüğü iyisiyle kötüsüyle anlatırken tarih öncesiyle günümüz arasında gidip geliyor, günümüzün beton ve çelik tanrısı ile erotizmin, rüyaların, muzipliğin tanrısı Pan’ı iç içe sokuyor, modern dünyanın bilim aracılığıyla ölümsüzlük arayışını eleştiriyor, ve tüm bunları yaparken bir yandan da koku duyusundan ve kokulardan bol bol bahsediyor.

“Neokorteksle ilişkinin tek yolu kokudur… Koku beynimizin kullandığı dildir… Neokorteksimizden tam yararlanmaya başladığımız zaman bizler de bir tür fotosentez yapacağız. Hatta şimdiden yapıyoruz, ama çiçeklerinkine oranla bizimki ilkel ve sınırlı.”

Ve dikkatinizi çekerim: Alobar ile Kudra ölümsüzlüğün sırrını Bandaloop doktorlarından, keşişlerden öğreniyorlar.

Bandha-loop.

Bandhalar, yogaya yakından aşina olanların bileceği üzere yaşam enerjisini içeride tutmak için bedende oluşturulan kilitler. Loop ise döngü veya devridaim anlamına geliyor.

Burada termodinamiğin ikinci yasasından, entropiden bahsetmek isterim.

Entropi yasası temelde, her aksiyonun, hal değişiminin, hareketin enerji kaybına neden olduğunu Newton fiziği kullanarak kanıtlar (Kuantum evreninde başka olasılıklar mevcuttur, ama bu başka bir yazının konusu).

Entropi yasasına göre dünyadaki hatta evrendeki mevcut enerji her daim azalmaktadır, bir şey başladıysa mutlaka bitecektir.

Hikayeden benim anladığım, Alobar ile Kudra’nın bandhalar yardımıyla yaşamsal enerjiyi – pranayı, canı – loop’a yani devridaime soktukları ve minimum enerji kaybıyla – ya da hiç enerji kaybetmeden – yüzlerce yıl yaşadıklarıdır.

Nefes eğitiminde öğrendiğimiz kesintisiz nefes tekniği, benim taktığım adla “yuvarlak nefes” kitapta sağlığı koruyan ve ölümsüzlüğe götüren yollardan biri olarak tastamam tasvir ediliyor: “İçlerine hava çekmeleri ve o havayı dışarıya vermeleri kesintisiz bir ritm halinde, sürekli dairesel biçimde, bir yılanın kendi kuyruğunu yutmaya çalışmasını hatırlatırcasına devam ediyordu.”

Romanı bilmemkaçıncı defa okurken, bu teknikleri, Bandaloop doktorlarını, gerçekten böyle yaşanıp yaşanamayacağını çılgınca merak eden 16 yaşıma koca bir gülücük gönderiyorum. Nasıl olup da bugünkü Zeynep haline geleceğime dair en ufak bir fikrim yoktu ama bunu şiddetle istiyormuşum

Gençliğimde (sen hala gençsin?! demeyin, daha gençken yani) gerçek dünyadan edinemediğim deneyimin peşinde koşarken önce dünya klasiklerini (aslında Batı klasiklerini) hatmettim, kesmedi, hatta onların niye “dünya klasiği” olduğunu anlayamadım (çok sıkıcılar, tavsiyet etmem). Üniversitede Batı felsefesi çalıştım, anladım ki o felsefe zihne dair bilgelik sunar, ve hep kendi kuyruğunun peşinde koşar – ama Ouroboros’un tersine, bir türlü yutamaz, yutacak gibi olursa sevgili felsefeciler araya girer, yutmasına mani olur, döngüselliği baltalarlar.

Sonra kadim bilgelikle, yogayla tanışmaya başladım. Şimdi yoga yaptığıma bakmayın, ilk başta hareketin içinde varolmayı hiç beceremedim (bakınız https://www.ayyoga.com.tr/…/ya-zeynepcim-sen-kiiiiim-butun…/). Yoganın felsefesini falan da okumadım, okumaktan bıkmıştım. Aradığım şey okunan değil yaşanan bir felsefeydi.

Yoga tam olarak buymuş meğerse: Okunan değil yaşanan bilgi.

Doğru yere gelmişim. Hala da oradayım.
.
.
.
Okuduğunuz için teşekkürler

Sevdiyseniz bunlar da var: https://www.ayyoga.com.tr/category/yoga-yazilarim/

 

 

 

ÜÇ BACAKLI KÖPEK nam-ı diğer SIRT GÜÇLENDİREN

3abk-cizgi kopyası

[Fotoğraf asananın enerji çizgilerini gösteriyor: Enerji çizgilerinden yazının devamında bahsettim]

Yogamın ilk yıllarında ennn daraldığım yerlerden biriydi bu şekil: üç bacaklı aşağı bakan köpek. Bacağım kalkmazdı, bileklerim acırdı, o halde nefes almak çok zordu… Yoga yaptıkça sırtım güçlendi, ellerimden yeri itip kendimi yükseltebilmeye başladım. Alt karnım güçlendikçe bacağımı daha çok kaldırdım, kalçam esnedikçe bacağın arkasını açabildim. Bunlar hep yogayı çok sevdiğim, çok yaptığım için olabildi. Yoga asanaları dünya içinde dünya, yaptıkça başka nüanslar, başka hisler ortaya çıkıyor.

Üç bacaklı aşağı bakan köpek bazı kaynaklara göre bir Amerikan icadı. Özellikle Vinyasa geçişlerinde kullanılıyor, o bacağı oraya uzatmak,
sonra oradan alıp itinayla iki elin arasında kondurmak ve bu sırada GÜMM!!letmemek gerçekten zor, hemen de olmuyor. Kası kuvveti yerinde olanlar bile zorlanıyor. Nedeni, bu asananın yogaya özgü “zıtlıkların kuvveti” ile çalışması, bu prensibi kullanmadan yalnızca kas gücü yeterli değil.

Her asananın enerji çizgileri vardır, yani bedenin o şekli alırken gücünü nerede ve hangi yönde kullandığını gösteren çizgiler. Bazı ileri seviye eğitimlerde bu çizgileri tek tek çizer, sonra o enerji hattını bedende deneyimler ve asanadaki halimizi nasıl etkilediğine bakarız. Yogadaki “Zıtlıklar prensibi” der ki, sağa gitmek için sola uza, yukarı uzanmak için aşağıya sağlam bas, kısaca iki uç arasında bedenin çizdiği çizgiyi olabildiğince uzun, olabildiğince sağlam tut.

Üç bacaklı aşağı bakan köpekte pek çok enerji çizgisi var, temel olanları:
– sırt kasları eller aracılığıyla yeri ne kadar kuvvetli iterse omurga o kadar uzar ve asanada kalmak kolaylaşır
– yerdeki ayak köklenince kalçayı yukarı çevirir ve uzatır
– havadaki bacak ne kadar kuvvetle yer çekimine karşı koyarsa onu taşımak o kadar kolaylaşır
– kalça açıklığı izin verdiğinde bacak daha yukarıya uzanabilir, ağırlık merkezi üst bedene doğru kayar, asanada kalmak, tadını çıkarmak mümkün olur

Kayda değer bir üst beden gücü gerektirdiği için yeni başlayanların dört bacaklı köpek yani bildiğimiz aşağı bakan köpekte (veya dört ayak/masa pozunda) kalmasını öneriyorum, yoksa el bilekleri ağlıyor sonradan

Üç bacaklı köpeği akışın içinde, çeşitlemelerle deneyimlemek için Vinyasa derslerime katılın: Beklerim!

 

 

sosyal medya ama nasıl?

IMG_1238

Sosyal medya güzel de, dolu dolu yaşamakla meşgulken fotoğraf çekmeyi / çektirmeyi hiç canım istemiyor. Aslında benim sosyal medya hesabı açacağım da yoktu, 30 yaşımdan sonra Facebook, Instagram hesapları açtım. Açtıktan sonra da içine düştüğüm açmazı, ve bu açmazın çözülüşünü anlatayım size.

İzmir’de kıştı, biz Tayland’daydık, sosyal medya hesaplarını açmıştım ama samimiyet ve doğallık kaygıları içindeydim ve kullanmaya bir türlü elim gitmiyordu. İçe dönük, münzevi tarafım – üstelik de tanımadığım – bir sürü insana görünür olmaya şiddetle isyan ediyordu. Hesapları yoga derslerimi duyurmak için açmıştım ama, ben işimi kalpten yapıyorum, bulan bulur bir şekilde, diyordum. Sonra, Tayland’da mucizevi tesadüfler sonucunda Orçun’un eski bir arkadaşıyla karşılaştık. Kendime yakın hissedip kaygılarımı anlattığım sevgili arkadaşımız bana, kısaca şunu söyledi:

“Bildiklerini, sevgini ve yoganı paylaşman herkesin yararına olur. Yaptıklarını olabilecek en renkli, en çekici şekilde duyur, hiç tereddüt etme, kendini geri çekme, çünkü verdiğin hediye çok büyük.”

Üstüme alınsaydım altında ezileceğim bu güzel sözleri, kendisi de yoga ve meditasyon yollarında yürüyen arkadaşımdan duyunca, yogayı ve bilgeliği paylaşmanın benim kaygılarımdan çok daha önemli olduğunu anladım. Duymaya ihtiyacım olan şey buymuş, ondan sonra hesapları aktif kullanmaya başladım. Güzel insanlarla karşılaştıkça kaygılarım azaldı, kabuğuna çekilmeye meyilli kalbim açıldıkça açıldı.

E bu arada fotoğraflar tükeniyor tabi. Arkadaşımın öğüdü kulaklarımda, yoga arkadaşım ve fotoğraf eğitmeni TC Melis Aşkın‘a gittim. Melis çok uzaktan, bana hiç hissettirmeden, müdahale etmeden fotoğraflarımı çekti, doğanın içinde güzel bir gün geçirdik veee ortaya çok güzel fotoğraflar çıktı! Yakında paylaşırım 🙂

 

 

İRADEYLE DEĞİL ŞEFKATLE YAP (galiba B.K.S. Iyengar*) – KATI OLMAK NEDİR, KENDİNLE NASIL BAŞA ÇIKILIR, NİYE HİÇ AFİLLİ POZUM YOK???

IMG_9987Fotoğrafta gördüğünüz asananın çok çeşitlemesi var, benim yaptığım bana göre en kolayı 🙂 Adı Parivrtta Parsvakonasana, denge var, çevrilme var, güç var, kolay hali bile yabancısına değişik gelir.
.
Derslerde sık sık bahsettiğim bir gerçek var: Zorlanan kas kısalır – tamamen fiziksel bir olgu bu. Bedeni kendi sınırının ötesinde zorlayınca adrenalin salgılanıyor, adrenalin kaç/savaş tepkisini tetiklediği için kaslar kısalıyor – yani beden kaçmaya ya da savaşmaya hazır hale geliyor.
.
Oysa biz yoga yapmaya gelmiştik, esnemeye, güçlenmeye, kendimizle buluşmaya? Dişlerimizi sıkarak zorlayıp zorlayıp girdiğimiz şekil, egoyu (belki) tatmin ederken bedene daha da stres yüklüyor olmasın? İradeyle bedenimi bir şekle sokacam derken, o iradenin ta kendisi bedeni kapatıyor olmasın? Belki ihtiyacımız şefkattir? Olabilir mi?
.
(Hadi böyle şefkat mefkat laflarını sevmiyorsunuz diyelim. Belki bir zamanlar bana geldiği gibi, size de fazla “acitasyon” geliyordur [neden acaba?] O zaman şunu hatırlayın: Acı ve zorlama bedeni katılaştırır = fiziksel gerçek = iki kere iki dört.)
.
Benim katı bir bedenim var. Tam nedenini bilmiyorum; genetik diyen var, anne karnında travma diyen var, çocukken hep oturmuşsun diyen var, sinir sistemine reset at düzelir diyen var, enerjiyle çalış diyen var, önce kafanı değiştir diyen var, var oğlu var. En sonunda sorgulamaktan, yargılamaktan sıkıldım. Ben işime bakarım, yogama bakarım, bunlar hep kafanın anlattığı hikayeler dedim (biraz da mecburen dedim).
.
Bildiğim tek şey, o afili asanaların benim bedenimde vuku bulması için çoğu insandan daha fazla çalışmam, çoğunluğun gittiğinden başka yollar aramam gerektiği.
.
Tam da bu yüzden YOGAYI PAYLAŞMAYA karar verdim.
.
Esnek bir bedenin, beden zekası yüksek bir insanın (bazen tam da neyi nasıl yaptığını bilmeden) ŞAK diye girdiği şekle girmek için benim tek tek çalışmam, neyin nereden neye denk geldiğini hem zihnimle, hem bedenimle, icabında ruhumla anlamam gerekiyor.
.
Derinden anladığım şeyi derinden aktarabiliyorum.
.
Bir dirençle karşılaşan insanlara genellikle yardımcı olabiliyorum, çünkü direncin allahıyla her gün kendi matımda karşılaşıyorum.
.
“Ben bunu asla yapamam” dediğiniz yerler var ya? İrili ufaklı her gün geçiyorum o yerlerden. Bazılarını yapıyorum, bazılarını arada yapıyorum, bir kısmını yapamıyorum. Ne yaşadığınızı biliyorum.
.
Bu yüzdendir benim fotoğraflarım arasında “ileri seviye” asana görmeyişiniz. Çok eğitim aldım, çok yerleri öptüm, en sonunda bazı “ileri seviye”ler, birkaç “afilli”ler yüzüme güldü. Bütün yazı boyunca “yapamıyorum!!” diye inceden ağladığıma bakmayın, yapabildiklerim var.
.
Ama onları fotoğrafları yok!
.
Çünkü bir saat, iki saat, bazen kan ter içinde, bazen içsel yolculuğun dibinde çalışarak, BEDENİMLE, KENDİMLE SEVİŞEREK girdiğim asananın fotoğrafını çekmek – o yoğun halin, içe bakışın transından çıkıp da FOTOĞRAF ÇEKMEK! bana olası gelmiyor.
.
Yolculuğumu bir fotoğrafa, bir şekle indirgemek mi?? HAYIR. diyor içimdeki ses. Zaten o uğraşın içinde, bir nevi meditasyon hali belki de, fotoğraf çekmek hiç mi hiç aklıma gelmiyor 🙂
.
Sözün özü, yıllar geçtikçe anladım ki benim iradem zaten kuvvetliymiş. Katı bedenime deva olan tek şey şefkatmiş.
.
Teslim olmayı öğrenmek zorunda kalanların diyarından sevgiler.
.
.
.
*Internet aleminde “don’t do with great willpower but with great affection” olarak geçip Iyengar’a atfedilen bu sözün aslına ulaşamadım. Çeviriyi de doğaçlama yaptım 🙂