beklenmedik zen anları günlüğü s.27:5.

Ben, Yeniden

döngüler

döngülerden sonra ben, yeniden

yeni evreler kişisel evrimler

kendimi yeniden kabul etmek için

neye ihtiyacım var?

verilen hediyeyi almaya

alırken merkezimdekalmaya

hediyenin beni değiştimesine izin vermeye

niyet ediyor izin veriyorum.

🌘
🌗
🌖
🌕
🌔
🌓
🌒

Yeni döngüde yeni dersler, çalışmalar, eğitimler var. Değişimi severim. Birlikte değişelim mi?

Selam, ben Zeynep.

Selam, ben Zeynep.

Görevim rehberlik etmek.

İzmir’in durağan yazında görevimi yapmaya devam ediyor, sosyal medyayı 5. plana atıyorum.

Tesadüfün büyüsüne ve karşılaşmaların önemine inanıyorum.

Bu aralar bir yandan kendi hayatımdaki değişikliklere uyum sağlamak için bedenimle, nefesimle çalışıyorum; bir yandan da sembolleri okumayı öğreniyorum, yarım bıraktığım hikayeleri yeniden yazıyorum, işimde derinleşiyorum.

Derinleşmeyi seviyorum. Havadan sudan bahsetmekte zorlanıyorum. Gülen yüzümün altına iki satır yazayım deyince işte bu çıkıyor ortaya.

Selam, ben Zeynep.

Kendi gerçeğinle tanışırken sana eşlik etmek için buradayım.

Kendini bilmek isteyen herkes gibi ben de Yol’dayım

.Güneşimiz bol, karanlığımız bereketli olsun.

Görüşmek üzere.

küçükken geceleri

Küçükken geceleri, yatağa yatınca gözlerim kapatıp hayal ederdim: Kendimi ve odamı yukarıdan gördüğümü, sonra daha yükselip yaşadığımız apartmanı, bahçesini, sonra sokağı, sonra semti, şehri, coğrafyayı yukarıdan gördüğümü ve tüm bunların ortasında orada, nokta kadar minik, kendimi gördüğümü hayal ederdim. Sonra gençliğimde bu hayali bana acı veren düşüncelerin içinden çıkmak için kullanmaya başladım: Artık genişleyen vizyonum beni gezegenlere, yıldızlara kadar çıkarıyor, oradan bakınca üzüntülerim önemsiz, görünmez birer toz zerresi bile olmuyordu. Ne kadar küçük olduğumu, evrenin o koca işleyişinin devam ettiğini, her şeyin geçici olduğunu hatırlamak, bana çok büyük ve acı verici görünen olayları bir anda önemsizleştiriyor, zihnim bir süreliğine dinleniyordu.

Daha da sonra öğrendim ki bu yaptığım bir meditasyon tekniğiymiş ve ötesi varmış: Kendini izlerken kendini izlemek. Nassı yani? Yani, dışarıdan kendine bakarken o dışarıdan seni izleyeni de izlemek. Anlatabiliyor muyum bilmiyorum ama, bu noktaya geldiğimde artık “ben” değil, “milyonlarca insandan biri” değil, “evreni izleyen” de değil, yaşamın kendisi olmayı deneyimledim. İzleyecek bir şey kalmamıştı, yalnızca olmak vardı artık, yalnızca yaşam olmak.

Ve evet, tüm bunları sessizce gözlerim kapalı otururken yaşadım. Niyet edip gerekli çalışmaları yapan herkes görünenin ötesini kendi meşrebince deneyimleyebilir, “niçin” sorularına yanıt bulabilir, minnacık benliğinin içinden çıkıp yaşamı bambaşka yerlerden keşfedebilir…

Var mısın keşfe?

İNSAN NASIL ÖĞRENİR, YAŞAM NASIL DEĞİŞİR – 3 #icedonugungunlugu


“İnsanlık olarak daha fazla İÇGÖRÜYE ihtiyacımız var!” demiştim. Bu satırları yazmaya başladığımda henüz yangınlar başlamamış, kötülüğün kamusallaştığını bu derece farketmemiştik belki. Şimdi, güncel olayların ışığında, söyleyeceklerim belki daha da önemli.

Budist öğretmenimiz Tenzin demişti ki, yaşamdaki amacımız ışığı göremeyenleri aydınlatmaktır. Bu ancak kendimizle çalışarak ve başkalarına destek olarak yapılabilecek bir şeydir. Ne demek kendimizle çalışmak, bunu nasıl yaparız? Hedefimiz farkındalığımızı artırmaktır. Bunun için herkesin yolu farklıdır: Bazısı dans ederek varır gideceği yere, bazısı oturarak, bazısı yazarak, bazısı konuşarak iletişim kurarak. Bize düşen sabırlı olmaktır, kendimize uygun tekniği bulana kadar denemeye devam etmektir.

Negatif insanları hayatınızdan çıkarın, diyorlar ya. Tamam, haklılar. Başedemiyorsak çıkarırız. Negatif insanlar merkezimizde kalmamızı engelliyorsa, evet çıkaralım. AMA! Köklendiğimizde, yeterince güçlendiğimizde, biraz negatiflik artık bizi aşağı çekemez olduğunda – görevimiz -negatif insanların hayatımızda kalmalarına izin vermek, ve onlara ışık olmaktır, esin olmaktır, pozitifin varolduğunu hatırlatmaktır. Hediyelere sahip insanlar olarak görevimiz, kendi hediyelerini farkedemeyen insanları olabildiğince şefkat alanında tutmak, destek olmaktır.

Ancak böyle değişir insan

Ancak böyle değişir toplum

Ancak böyle değişir düzen

Ve belki işimiz – ne diyelim, muhasebedir, işletmedir, temizliktir, sağlıktır, öğretmenliktir, ne olursa olsun işimiz -alanımızda ışık olmalıyız.

Işık olun! Kelebek etkisine güvenin. En küçük parçadan başlayın değiştirmeye ve yaşamın size içgörüye giden yolda destek olmasına şahit olun.

Tek çıkış budur: Işık olun, kendi bildiğiniz şekilde, kendi yolunuzda…

Işık olun!

İNSAN NASIL ÖĞRENİR, YAŞAM NASIL DEĞİŞİR – 2 #icedonugungunlugu

 

(İlk kısım bir önceki gönderide)

Bir insan değiştiğinde, ona yakın olan herkes değişir. Yalnızca zihinde değil, bedende ve ruhta da oluşan, kalıcı değişimlerden bahsediyorum: Beyinde elektriksel akış olduğunu biliyorsunuzdur, peki kalbin elektromanyetik alanının beyninkinden kat kat büyük olduğunu biliyor muydunuz? “Titreşim” ya da “aura” denen şey işte bu elektromanyetik alan, ve doğası gereği herkesin alanı birbirini etkiliyor. Bir insanın titreşimi değiştiğinde, yakınında bulunan herkesin titreşimi değişir. Kalbin aurası çok büyüktür ve yeterince güçlü bir aura pek çok insanı etki altına alabilir (bakınız karizmatik liderler, gurular, vb).

Hedefimiz insanların titreşimini iyi yönde değiştirmektir. Hedefimiz toplumun dönüşümünü en küçük parçadan – bireyden – başlayarak hızlandırmaktır.

Çocuklarımız için istediğimiz daha iyi gelecek var ya? Politikalarla, seçimlerle, hatta okullarda verilen formal eğitimle DEĞİL – Ancak ve ancak bireyin bilinçlenmesiyle, o “gönül gözü”nün açılmasıyla, İÇGÖRÜnün artmasıyla olabilir. Eğitim şart! klişesi bu yüzden boştur, yararsızdır. İnsanlara herhangi bir şeyin eğitimi değil, içgörünün hediyeleri lazımdır. İçgörüsü olan, kendinin farkında olan bir insan – çektiği acıları hissedebilen, tanımlayabilen, çıkarım yapabilen bir insan – kötülük yapamaz.

Birey – “Bir”ey olduğunu ama BİR değil BİN olduğunu bilen, BİN OLMADAN BİR OLAMAYACAĞINI, tek başına varolmadığını bilen içgörü sahibi insanın ne kişisel, ne toplumsal, ne çevresel ölçekte kötülük yapması mümkün değildir. Eğer new age’cilerin pek sevdiği gibi bir ışık çağı geliyorsa, gelecekse, böyle gelecektir. Bilinçle. Farkederek: Herkes KENDİNİ farkedince. Kendini farketmekte zorlananlara diğerleri yardım edince, farkındalığı geliştirmesine destek olunca.

İnsanlık olarak daha fazla suya, havaya, besine, paraya, mala mülke, petrole, enerji kaynağına falan ihtiyacımız yok. İnsanlık olarak daha fazla İÇGÖRÜYE ihtiyacımız var!

Peki ne yapabiliriz?Onu da yazacağım. Takipte kalın.

İNSAN NASIL ÖĞRENİR, YAŞAM NASIL DEĞİŞİR – 1 #icedonugungunlugu

Ben hep öğrenmek istedim. Küçük bir çocukken dilediğim şey buydu: “Bağlantıları görebilmek istiyorum. Tüm bunların ne anlamı var? Ve nasıl bir araya geliyorlar? Bilmek istiyorum.”

Tutkuyla sevdiğim şeyin aslında “deneyimlemek” ve “deneyimleyerek öğrenmek” olduğunu daha sonra, “deneyimde derinleşmek” olduğunu ise çok sonra keşfedecektim.

Daha gençken sadece sevdiğim insanlardan, sevdiğim durumlarda öğrenirdim. Rahat etmediğim, pek de iyi hissetmediğim bir ortamda öğrenmeye karşı koyardım. Bu yüzden çok parlak olabilecekken son derece vasat bir öğrenci olarak geçirdim hayatımın ilk 20 yılını. Duygusal olarak olumsuz hissettiğim her ortamda kendimi kapatır, anlatılan şeye dikkatimi vermeyi reddederdim. Sonradan pedagojik kitaplar okudum ve öğrendim ki bir çocuk sevgisiz ortamda öğrenemezmiş, birey gibi hissetmeyen çocuk kendini kapatırmış. Gerçek öğrenme ancak sevgi ve saygının olduğu yerde olabilirmiş. Bu yüzden tüm derslerimde, tüm seanslarımda her türlü duyguya açık, kabullenici bir alan yaratmaya, şefkatle yaklaşmaya dikkat ediyorum. Bunu yapabilmek için kendi kendime:

– benim şefkate ihtiyacım var

– benim kabul edilmeye ihtiyacım var

– ben sevgi alanında öğrenebiliyorum

diye itiraf etmem, bunları sindirmem gerekti.

Bize kültürel/toplumsal olarak anlatıldığı gibi, “no pain no gain”, kırbaçla eğitim, başöğretmen tavrı, biat kültürü, babadan korkup yine aynı babaya sığınma devri -Geçti. Geçiyor. Bir takım topluluklar orada takılı kalmış olabilir, umudum, birkaç nesil sonra onların da bu sevgi alanında aramıza katılması. Ben bunun için çalışıyorum.

Bu yazının devamı var: Ben ne için çalışıyorum, aura nedir, titreşim ne anlama gelir, insanın elektromanyetik alanının önemi nedir ve tüm bunlar değişime nasıl hizmet eder – Anlatacağım. Ve merak ediyorum: Siz nasıl öğreniyorsunuz? Nasıl bir ortamda kendinizi öğrenmeye, gelişmeye açık hissediyorsunuz? Sizi özellikle motive eden bir şey var mı? Yorumlarda ve yazının devamında görüşmek üzere 🙂

YANLIŞ! “meditasyon oturarak ve gözler kapalı yapılır” DOĞRUSU NE O ZAMAN?

Meditasyonun üç aşaması ve çok, pek çok biçimi vardır. 
– ayakta durarak
– yürüyerek
– dans ederek
– gözler açık
– gülümseyerek
– hareket ederek

meditasyon yapılabilir. Hatta bu liste daha uzayabilir!

Meditasyon bir kafa dinleme yeridir. Nasıl yapılırsa yapılsın insanı dinlendirir. Çünkü meditasyon geçmiş hesaplarını ve gelecek planlarını bir kenara bırakıp tamamen şimdiki anda olmanın yeridir. Bu bazen bir an, bazen birkaç saniye, bazen dakikalarca sürer ve her insana tartışmasız iyi gelir. HERKES MEDİTASYON YAPABİLİR yani başka bir deyişle HERKES DİNLENMENİN ETKİLİ YOLLARINI ÖĞRENEBİLİR. Dinlenmek derken, televizyon karşısında yatmaktan değil de zihni dinlendirmekten bahsediyorum. 

PEKİ NEDEN MEDİTASYON YAPALIM?
“Meditasyon yoluyla yapılan başlıca keşiflerden biri, nasıl sürekli olarak şu andan kaçtığımızı, tam da olduğumuz halimizle burada olmaktan kaçındığımızı görmektir. Bu, bir sorun olarak görülmez, mesele onu görmektir.” Pema Chödron

MEDİTASYON ZİHNİ YAŞADIĞI ANDA KALMASI İÇİN EĞİTİR: yani yemek yaparken düşüncelere daldığımız için elimizi kesme ihtimalimiz azalır mesela, çünkü havuç keserken yalnızca havuç kesmeyi öğrenir zihnimiz. Meditasyon yaptıkça gerçekten dinlemeyi, kalpten konuşmayı, baktığımız manzaradan, yediğimiz yemekten, rüzgarın dokunuşundan tam anlamıyla zevk almayı öğreniriz. Meditasyon zihnimize BÜTÜN olmayı öğretir, geçmiş ve gelecekle uğraşmadan BÜTÜN VE ANDA olmayı. DOLU DOLU YAŞAMAK dedikleri bence budur. 

Meditasyonda derinleşmek istediğim için @borahariom ve @saraoktay_nefesten meditasyon eğitimi aldım. Şimdi meditasyon seansları veriyorum: Hareketlerin içinde nefes teknikleri kullanarak önce sakinleşip sonra kişiye özel meditasyon teknikleri ile dinleniyoruz, derinleşiyoruz. Küçük mucizeler oluyor. 

amor vıncıt omnıa

Bir zamanlar dövme olarak taşımak istediğim bir deyişti: “Amor vincit omnia”. Eski Yunan şairi Vergilius demiş. “Aşk her şeyi fetheder” diye çevirirler bazen ama ben fetih laflarını sevmem, aşk her zaman ve her yerde kazanır, hatta “Aşk her şeyin üstesinden gelir”… Aşk, sevgi, şükür, teşekkür… Nasıl her şeyin üstesinden gelir?

Gençliğimde aşkı bir insanı şiddetle arzulamak sanardım. Ama içimdeki bilge aşkın aslında ne olduğunu biliyormuş demek ki, çünkü aşkta kazandığım falan yoktu, aksine sürekli kaybediyordum: Kendimi, zamanımı, güvenimi, hatta akıl sağlığımı… O, aşık olmakmış. Aşk olma halini ise ancak yogaya, harekete bulaştıktan sonra tattım, bazen yoga sonrası dinlenmelerde, bazen burnumdan ter damlayan bir yoğunlaşmanın ortasında… Ve bir de okyanusla ilk buluşmamda. O okyanusun kıyısında bütün olduk, tam olduk, birdik, dünya ve ben ayrımı yok oldu, biz olduk, aşk olduk. Aşk böyleymiş meğerse, öznesiz, nesnesiz bir bütün olma hali. Bulaşıcı ve geniş bir titreşim, kaynağın ta kendisi. Bizim hammaddemiz, yoğrulduğumuz hamurmuş aşk, geldiğimiz kaynağa verdiğimiz isimmiş. Bu yüzden amor vincit omnia, aşk her zaman ve her yerde kazanır, çünkü her şeyin kaynağında aşk varsa, aşktan başka kim kazanabilir?

Karanlık anımızda kaynağı hatırlamamız dileğimle, 
Aşkla.

niye meditasyon eğitimi aldık?

Bi bakın: Sakin olabiliyor musunuz? Gözleriniz devamlı bir şey aramadan oturduğunuz yerde oturabiliyor musunuz? Kafanız dağılmadan tek bir düşünceyi takip edebiliyor musunuz? 
Bir işe odaklanabiliyor musunuz? Anlatan insanı bölmeden dinleyebiliyor musunuz? Ağaçların güzelliğinin farkında mısınız? Kafanız devamlı dönen düşünce plan programdan yorgun mu yoksa? 


Bakın daha odaklanmaya, hareketsiz olmaya veya tamamen harekette olmaya, “mindfulness” denilen anda olma durumuna, hele hele meditatif hale hiç girmedim.

Meditasyon insana önce sakinleşmeyi, yavaşlamayı, gerçek olanla zihinde olanı ayırt etmeyi öğretiyor.

Ve bu öyle büyük bir fark yaratıyor ki hayatınızda, devam etmek istiyorsunuz.

O sakin anların çoğalmasını istiyorsunuz, hatta o sakin vahaya komple taşınma hayalleri kuruyorsunuz. 

Meditasyon yapıyorum ama ne yapıyorum, anlatamam. Yapma değil de olma hali daha çok. O olma halinin içinde keşfettiklerimi paylaşıyorum.


Her birimizin içinde sessiz bir merkez, bir tapınak var. Orayı keşfetmeniz dileğimle.

şeker henri

Küçük bir kızken Matilda diye bir kitap geçmişti elime. Küçük bir kızın acımasız bir dünyayla başetme hikayesi, ama çok komik, çok büyülü, acayip ince bir mizahla dolu. Matilda kişisel gücünü gözlerinden çıkan ışınlara çevirebiliyor, nesneleri yalnızca bakarak hareket ettirebiliyordu. Mistik bir tarafı da vardı yani hikayenin, büyülenmiştim, neye inanacağımı şaşırmıştım. (Aynı yıllarda Gülten Dayıoğlu’nun Ganga’sını da okumuş, internet öncesi o zamanlarda bir yerlerden yazarın telefonunu bulup, “Gerçekten var mı böyle şeyler?” diye sormayı çok istemiştim.) Zamanla İngiltere’de çok büyük olan ancak o yıllarda ülkemizde pek tanınmayan Matilda’nın yazarının, Roald Dahl’ın peşine düştüm. Siz bu yazarı Çarli’nin Çikolata Fabrikası isimli filmden tanırsınız belki, hikayeleri tüm filmlerden çok çok daha güzeldir. Dahl’ın dilimize çevrilmiş tüm kitaplarını açgözlülükle tekrar tekrar okudum. Sonra elime “Şeker Henri’nin Akılalmaz Öyküsü” isimli kitabı geçti. Novella tadındaki bu uzun hikayede, Şeker Henri mum alevine bakarak trataka meditasyonu yapıyor, bu meditasyon sayesinde insanüstü güçler ediniyor, meditasyon yaptıkça güçlerini kendi çıkarı için kullanmaktan rahatsız olmaya başlıyordu. Şeker Henri’nin maceralarını belki 20 kere, belki 50 kere okumuşumdur. Anlatının kendisinden çok keyif almanın yanında, meditasyonun ne olduğunu, yogilerin tam olarak ne yaptıklarını, gerçekten “insanüstü” güçler diye bir şeyin varolup varolmadığını delice merak ediyor, hikayenin içinde cevaplar arıyordum. Küçücük aklımla insan bedeninin sınırlarını, zihnin marifetlerini anlamaya çalışıyordum. Bunları sorabileceğim kimseyi tanımıyordum, internet yoktu, annem babam bu işlerden anlamazdı. Bazı geceler, kitapta anlatıldığı şekliyle odaklanmayı deniyordum ama başaramıyordum. Yine de, hikayede anlatılanların gerçekçi olabileceğine dair inancımı hiçbir zaman yitirmedim.

Yıllar dolu dolu geçti. Yaşamın hayal edebileceğimin ötesinde maceralarla dolu olduğunu anlamaya başladım. Aklımın ve bedenimin sınırlarını genişletmeye, esnetmeye, “ben” sandığım kişiyi aşmaya başladım. Ve gün geldi, hocamız bir mum yaktı ve bize şöyle dedi: “Şimdi trataka meditasyonu yapacağız.”

Hikayeleri çok sevdiğini bildiğim hocama kitabı bulup hediye ettim. İçine içimden gelerek şuna benzer bir şey yazmıştım: “Benim çocukken aldığım kadar keyif almanız dileğimle.” Çünkü hiçbir hikaye yoktur ki bana Şeker Henri’yi ilk defa okurken aldığım keyfi versin. Çocuk aklıma çok büyüleyici gelmişti, başka bir dünyaya aralanan kapıydı. Belki de çocuk Zeynep büyüyünce yaşamın anlamını nerede bulacağını biliyordu, belki buydu onu bu kadar heyecanlandıran. Hocam @borahariom geçtiğimiz haftalarda kitaptan ve benden bahsetmiş, tavsiye ettiği değerli kitaplar arasında Şeker Henri’nin Akılalmaz Maceralarını da saymış.

Çember tamamlanıyor. İçimdeki küçük kıza sarılıp kulağına fısıldıyorum: “Merak etmeye devam et. Öğreneceksin. Bu senin yolun.”