BİR MALASANA HİKAYESİ ya da SONUNDA NASIL ÇÖKTÜM :D

Malasana, ya da yaygın adıyla “çömmek”, bana imkansız gelirdi. Kazaen İzmir’de doğmuş, ilk on yılını İstanbul’un Erenköy’ünde geçirmiş, alaturka helayı nadiren görmüş bir çocuktum; epey küçükken bir yazlık beldede çömmeli tuvalete girdiğimde becerememiş, üstüme başıma işemiştim  Sonradan öğrendim ki benim gibi (bişey) açısı yüksek bir kalça ile iç rotasyonda bacaklara sahip insanlar zaten çömmeye, bağdaş kurmaya (yani kalçayı ve bacakları dışa doğru açmak gereken hareketlere) meyilli olmazlar, olamazlarmış. E bir de bu ülkede dişi olarak doğmuşsan, “bacağını topla”, “bacaklarını kapat”, “kızlar öyle oturmaz” terörüne sesli ve sessiz, açıktan ya da imalı, çoğunlukla sert bir şekilde maruz kalmışsan, o bacakları açıp da orana burana götürmek öyle bi zorlaşıyor ki!

Yogamın ilk üç yılında asla ve kat’a çömeldiğimde topuklarımı yere getiremedim. Bu arada 200 saatlik bir eğitim almış, çok sayıda atölyeye katılmıştım bile. Kelimenin tam anlamıyla kaskatıydım, hatta bir uzman bana “Senin başına ne geldi??!!” diye sormuştu, bir trafik kazası ya da travmatik bir olay umarak; olumsuz cevabıma inanmış mıdır, bilemiyorum. O parmak uçlarımda Malasana benzeri şekle girdiğimde hissiyat olarak öyle tehlikeli bir hareketin içindeydim ki! Kalçayı açmam, dışa çevirmem gerektiğine resmen stres tepkisi veriyor, kilitlenip kalıyormuşum meğerse. Orada çok acayip şeyler varmış, ben bilmiyormuşum da, beden -yani benden içeri ben- biliyormuş.

Bu yüzdendir ki ancak 2016 başında bir başka eğitim için gittiği tropik bir iklimde – ısıyla, memleketten uzaklıkla, sabah aştanga akşam vinyasayla gevşemiş bir Zeynep – ilk defa Malasana’da topukları yere getirmeye muvaffak oldu.

Yani bildiğiniz manada duvar dibine dayı gibi çömmek için tam 28 yıl bekledim!

Kranti çok cool bir hocaydı. Ortalıkta çapkın çapkın dolaşmaya, akşamları hali kalmış olanlarla partilere akmaya, alkolü de sigarayı da bol bol içmeye bayılırdı. Kendisine görür görmez çarpıldım. Adamdan daha önce hiç kimsede hissetmediğim yumuşak, kapsayıcı bir enerji akıyordu. Bize haftada bir iki kere atölye yapıyor, orada elinin değdiğini daha önce gidemediği yerlere götürüyor, giremediği pozlara şıp diye sokuyordu. İşte o atölyelerden birinde, benim tüneğinde papağandan beter halde iki büklüm ayak parmaklarımın ucunda terler akıttığımı görünce, elime bir yoga kemeri verdi, şalanın kolonu niyetine kullanılan otuz metrelik palmiye ağaçlarından birini işaret etti. Gittim kemeri ağaca doladım, iki ucundan tuttum ve ilk defa Malasana’ya oturdum. Ağlıyordum. Hem de ne ağlamak! Gözlerim, ağzım, burnum şarıl şarıl akıyordu. Tam nerede olduğunu tarif edemeyeceğim cehennemi bir fiziksel acının yanında, üzerimdeki yükün ağırlığına, kendime, galiba yaşadığım tüm hayal kırıklıklarına … da ağlıyordum. O anda bunları düşünebildiğimi sanmayın. O anda yalnızca koyu kızıl bir öfke, o öfkenin çaresizliği, çaresizliğin acısı falan gibi soyut şeyler vardı. Açmazım cayır cayır yanarak açılıyordu.

Aslında buraya, “ANDA OLMAK III – bedeninde olmak ne demek?” yazısını yazmak için gelmiştim ama içimden bir MALASANA döküldü. Araya bi kısa hikaye gireyim demiş sevgili ben. Anda Olmak Üç‘de, “eyvallah bedenimdeyim ve bedenim burada olmaktan nefret ediyor farkındayım, ama olmak zorundayım, e nolucak şimdi???” sorusunu soracağım. Nefretten kaskatı kesilmekle kendini öfkeye bırakıp ağlayıp bağırmak arasında bir seçenek daha var mıdır, öfkenin ve nefretin merkezine inip orada bir hediye bulmak mümkün müdür, hadi becerdik diyelim, hemen oracıkta erer miyiz? 🙂

Sizin de çok zorlandığınız asanalar, şekiller, durumlar olmuştur herhalde (bir tek ben diilim di mi? 😮). Ne oldu? Geçti mi? Nasıl geçti? Çok merak ediyorum. Bana yazar mısınız?

Video: Ceren Yolgörmez <3

#ayyoga #yoga #izmir #zeynepvaizoglu #malasana

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir